9 Temmuz 2015 Perşembe

CARPE DİEM...

 


Carpe Diem...Anı yaşa, gününü gün et anlamında söylemiş Horatius bir dizesinde..Ben de yaşadığınız anların kıymetini bilin diyorum. Şu sıralar yaşadıklarınız, sizin için çok da yaşamaya değer görünmeyebilir. Siz yine de bu anı boşa harcamayın.. İnanın sözlüklerde ömür, hayat veya yaşam diye tanımlanan o bilinmeyen gayya kuyusu, önünüze öyle tablolar bırakır ki; şu beğenmediğiniz ve belki de sorunlu, sıkıcı bulduğunuz dönem , özlemle anacağınız bir süreç olabilir..

Bu yazıyı yazmak için klavyenin başına geçtiğimde ekrandaki tarihe gözüm ilişti. 9 Temmuz...

 Geçen yıl, bu tarihte ,bu saatlerde eşimle Atatürk Havalimanı'nda Amerika'ya uçuyorduk. Boarding zamanını beklerken diğer Amerika uçuşlarımı, uçuşlarımızı düşündüm.

 Özzie'yi üniversite de okuduğu yılların ziyaretlerini, tatil için gidişleri, düğün, Zeytin'in doğumu,  doğum günleri, Ronan'in  doğumu, Christmas Time keyifleri için uçuşlar.....Onlar, yaşam kuşağımdaki mutluluk düğümleriydi.. Hatta Zeytin'in yedi aylıkken ameliyat olarak kurtulduğu ve Mika- Der'in doğuşuna neden olan böbrek sorunu korkusuyla yaptığımız yolculuk. O bile... Çünkü Zeytin bu konuda bir numara olan Harward'lı hocanın ellerindeydi ve o bize, yapacağı bir operasyonla bebeğimizin sorunsuz yaşayacağını söylemişti.  Yani çare vardı..

Ann!e ilk over kanseri teşhisi konulduğunda, başımıza yıkılan dünyanın enkazı altında uçuşumuzu düşündüm.. Şaşkınlık, ilk vurulma anının şoku, niye bize, niye şimdi, niye, niye sorularına rağmen umut vardı. onunla yollarımızı ayırmamıştık. Şimdi en çok sarılacağımızdı.. Dünyanın altını üstüne getirir, her şeyi yapar, çarelerini arar bulur, en iyi tedavilerle kazanan biz olurduk.. Vermezdik ki onu... Yenilgiye değil , savaşa gidiyorduk. Hani iyiler kazanırdı ya , biz de kazanmaya gidiyorduk..

Hastalık altı ay sonra tekrarlandığında da aynı yürek vardı.. Minik bir tekrar.. Ölçümlenemeyecek kadar küçük olduğu söylenen tümöre mi boyun eğecektik. Hadi ordan... Haddini bilecekti.. Ondan sonraki iki seferde de kanser yine hayatımızda, bizi küçük bir fare sinsiliği ile oynatmaya,  umutla umutsuzluk arasında roller coaster de gibi dolandırmaya devam ediyordu.. Olsun.. Zordu, yorucuydu, zaman zaman tükenir gibiydik amma, her gün yeni ilaçlar çıkıyordu. Dana Farber'da koca bir ekip, Ann için dünyadaki tüm gelişmeleri takip ediyordu. Biz de.. İyiler kazanırdı, biz de kötü değildik ki. Korkmaya gerek yoktu. Savaşlar bir seferde kazanılmazdı. .Henüz  yol da, çare de  bitmemişti..   

İşte geçen yıl bu saatlerde Atatürk hava Limanı'nda boarding zamanını beklerken fark ettim ki bu sefer yenilgiye uçuyorduk. Savaşın bittiğini ilan etmişti o çok güvendiğimiz doktorlar ordusu.. Çareler tükenmişti. Yani GAME OVER ..

Gerisi sadece acı....

Anlatmaya çalıştığım, çarenin, en ufacık bile çözüm şansının , umudun olduğu anlarda bunun tadını almaya çalışın. En sevdiğiniz lezzet olmasa da zehir acısından iyi olduğunu düşünün.. Carpe Diem.. Anı yakala, anı yaşa, yaşadığın anın keyfine var... Daha kötüsünün, daha da kötüsünün bir yerlerde seni bekliyor olma ihtimalini yok sayma. Bana olmaz deme, oluyor..Evet, bal gibi de oluyor..

Çünkü sen, o yaşam denen tiyatro sahnesinin gelip geçici oyuncularında bir tanesinin. Sana ne rol yazıldığını da bilemezsin, rolünün  içeriğine de müdahale edemezsin. Ne zaman biteceğini, partnerlerinle birlikteliğinin ne kadar süreceğini, diğer oyuncularla  karşılıklı kaç sahnen olduğunu , onların ne zaman senden alınacağını , rollerine nasıl son verileceğini de bilme şansın yok. Şansın,  oynadığın  sahneleri gerçekten yaşayarak, damla damla içerek, içindeki en ufak lezzet kırıntısını  damağına iz bıraksın diye yayarak oynamak ..  Just it..

Yaşam Kuşağımdaki düğümler demiştim... Çok sevdiğim bir hikaye vardır..

Bir gazeteci Karadeniz köylerinden birinde çevreyi gezerken yol, onu bir mezarlığa getirir..Mezar taşlarındaki ibareler dikkatini çeker. " Beş yıl yaşadı, sekiz yıl  yaşadı, üç yıl yaşadı, altı yıl yaşadı" gibi. Merak eder , geri dönüp köyün muhtarını bulur. Ve sorar.

" Nedir bu erken ölümlerin sebebi. salgın mı, genetik bir sorun mu?".  Muhtar , gülümser ve " Yok beyim işin  aslı şu" der. " Bizde bir çocuk doğduğunda beline bir kuşak bağlarız ve mutlu olduğunda o kuşağa bir düğüm atmasını öğretiriz. Kişi öldüğünde, kuşağı çıkarır, üzerindeki düğümleri sayarız. düğümlerinin sayısı kadar yaşamıştır"

Düğümleriniz sayılamayacak kadar çok olsun.. Yaşamayı, yaşadığınız anı fark etmeyi unutmayın..




7 Temmuz 2015 Salı

Merhaba..
Şaşırdınız değil mi?..Bu neyin merhabası...Bunca yazıdan sonra... Evet bu benim bu blogdaki ilk yazım..

Peki diğerleri ne.?
Diğerleri, benim Facebook daki yazılarımdan bazıları...Bir yazımda belirtmiştim. Benim hayatımın en isabetli kararı sevgili Fikret Ercan, şu son acılar içinde geçen dört yıla yakın süreçte, uzun Amerika seyahatlerimin dönüşlerinde hep unutulmaz " Hoş geldinler" hazırladı bana..
Bu blog, onun bana hazırladığı bir sürpriz..
50 li yaşlarımdan sonra yazabildiğimi keşfettik. Fikret, her zaman olduğu gibi beni yazmam, daha çok yazmam konusunda destekledi. Facebook da yazdıklarımı da beni takip eden sevgili dostlar beğenip, yazmamı isteyince, bir blog fikri olmuştu..

Ancak " Yaşamın kıyısında " bana çok güzel bir hediye oldu.. Tıpkı Fikret Ercan'ı bana yaşamın vermesi gibi..

Tekrar Merhaba,

Bu blogda hayatı konuşacağız.. Bize sunduklarını

Neler mi?

Acılar, kayıplar, gerçekleşememiş hayaller, yanılgılar, biz saf saf planlar yaparken başımıza ördüğü çoraplar, attığı tokatlar, attırdığı yanlış adımlar, Çok az keyif, bir kaç güzel gün veya şanslıysanız ay, çok şanslıysanız bir koca ömre bir kaç yıl.. Sevgi.. Karşılığını bulmuş veya bulamamış ya derin bir yaraya ya da saplantıya dönüşmüş.. Dostluk.. Ne zor.. Bulunması, beslenmesi, büyütülüp korunması.. Öyle narin, öyle yaşatılması zor ki..

Ve aile.. Doğarken seçiminize sunulmayan, vaz gecme, istifa etme ,değiştirme şansınız olmayan.. ancak vaz geçemediğiniz olacak olan.. Size sorulmayan da, sizin daha sonra kuracağınız veya yine size sorulmadan kurdurulan aile de ne olursa olsun şansınız ya da şansızlığınız da olsa vaz geçilmeziniz.. Sizden vaz geçilmediği sürece..

Hayatı konuşacağız evet.. Şu öğretisi çok gaddar ve ağır olan, sınıfın % 90nın neredeyse yerlerde süründüğü, hocalarına asla yaranamadığınız , sınav tarih ve konuları asla bilinmeyen, sınav maratonunun çoğumuz için engelli koşuya benzediği ve mezuniyetinizin sevinç değil geriye onanmaz acılar bıraktığı öğretim kurumu..

Hepsini paylaşacağız..

27 Haziran 2015 Cumartesi

Gitmek , dönmek....


Yahya Kemal Beyatlı'nın " Ankara'nın en çok İstanbul'a dönüşünü seviyorum" dediği gibi ben de nereye gitmiş olursam olayım evime dönüşü severim. Severdim..

Evim, benim mabedimdir, sığınağım , kendimle olabildiğim yerdir. Ben evi severim. Zorunluluk olmasa haftalarca evden çıkmadan yaşarım. Çünkü bana dışarıda ki hayatı aratmayacak kitabı, fotoğrafları, anı kutuları, örgüsü, bilgisayarı, I pad'i ve bahçesi var.. Her köşesinde yaşanmışlıklar.. Emeğim var..

Son dört yıla yakın süredir o çıkmamaya çalıştığım evimle kısa merhabalaşmalarımız oldu. Tam birbirimize alışırken , bavullar çıktı yeniden ortaya..
Fikret , her seferinde irili ufaklı sürprizlerle bu yeniden buluşmaları renklendirmeye çalıştı. Hemen her seferinde bir katı yenilenmiş buldum. Ya da bana özel alanlar yarattı. Özel bir adamdan özel " evine hoş geldinler " di bunlar..




 Biliyorum sesinde yine o yaramaz çocuğun tınıları var. Yine bir şeyler yapıyor gibi..

Yaklaşık iki aydır buradayım ve dört gün sonra doğru havaalanına..

Bu ne demek, sabah altı- altı buçukta kalkmak zorunda olmamak, saat 22.00 ye kadar nonstop çalışmamak, yukarı katın merdivenlerini günde en az 30 kez çıkmamak, kahve makinasıyla kurduğum tutkulu birlikteliği noktalamak demek. İki katın herbir köşesindeki legolarla savaşın sonu, her sabah arsızca Ozzie'nin yatağına serilen o şeker iki kızın tüylerinden arındırmak için koca king yatağı rull up la deli gibi temizlememek vs vs..

Ayrıca , bir iki özel konseri yakalama, bahçemle uğraşma, sevgili bi metre topuklularımla buluşarak çok kısa olmaktan azıcık kurtulmak. Taytlara veda, elbiselere " nerde kalmıştık" demek.. Fiko'mla pazar kahvaltıları, arkadaşlarımla buluşma.. Ciddi özlemişim onları.. Yeşim'le kahve muhabbeti, Rehabilitasyon merkezi heyecanı, o güzelim boğaz ve iyod kokusu..

Ne varki bu kez dönüş heyecanı da hevesi de yok. Ben sanki sadece buraya aitmişim gibi. Sabahları üstüme pat diye atlayan ya da kedi gibi süzülüp sarılarak uyandıran Ronan'ın olmadığı yer ne ola ki artık.. Zeytin'nin pamuksu sarılmaları olmayan yer de ne ola ki.. Özgür'e kahve götürülmeyen sabahlar da.. Ronan'a " Honey, are you hungry, would you like something to eat" soruma, onun başını sallayıp , gözlerini açarak o şeker mi şeker," I am okey, but thank you for offering" cevabını almamak..Zeytin'le pancake yapma keyfini yaşamamak..

Bedenim gerçekten ölesiye yorgun. Şaka değil artık 67 yaşında biriyim. Ruhum yorgun , kalbim de.. Bu evin her santimi Ann.. Her karesinde elinin izi. Beraber boyadığımız banyo dolapları, monte ettiğimiz Ikea 'lar, sarılarak Downtown Abbey'i seyrettiğimiz kanape, piyanosu, giysileri, kozmetikleri, ilaç çantası.. Ann'in kendisi..



Bütün bunların içinde günde kaç kez ağlama krizine yakalanıp sadece yutkunarak geçiştirmek, yüzündeki maskeyi indirmemek. Zira burası gözyaşlarımı akıtacağım yer değil. Burası akan gözyaşı varsa sileceğim yer. Onlara gülücükler sunmam gereken yer burası.. Zorunda zoru ..
Her neyse.. İçimde sızım sızım bir sızı.. Biliyorum kısa süre sonra onlar gelecek ama onları burada yeniden bırakmak .. Bir yumru gibi.. Onlara bakarken, etraflarında koşarken, yedirip, yıkayıp uyuturken daha kolaydı. Mutluydum .. Bu şartlarda evet mutluydum.

Anladım ki dört gün sonra kalkacak uçağın tatsızlığı sindi üzerime..

Dönüşler güzeldir. Ama ben sanki dönmüyorum.. Gidiyorum.. Gitmeleri sevmem ki..

21 Haziran 2015 Pazar

Hayat Siz Plan Yaparken Basiniza Gelenlerdir





Hayatta başınızaa çok şey gelebilir...
John Lennon, boşuna " hayat siz plan yaparken başınıza gelenlerdir" dememiş.
Bazen öyle acılar yaşarsınız ki ne terapist, ne antidepresanlar çare olamaz..
Ama ta İstanbul'dan gelen eski bir arkadaşınız bir kaç saatliğine de olsa ta New York'tan üç saat araba yolculuğuna katlanır size gelirse, acıdan gülümsemeyi unutmuş yüzünüze kahkaha bile yerleşirmiş.

Sevgili Özcan, set tatil olur olmaz Amerika'ya gelmiş. Gelir gelmez de Ozzie'ye koştu. Onlar çok yılların arkadaşı.. Vefa bir semt adı da değil, boza'nın en iyi olduğu yer de değil. Egğr doğru arkadaş bulma şansını vermişse sana hayat, vefayı da arkadaşlığın bu büyük k keyfini de tadarsın.

Holyoke'deki evde o gece Türk yemekleri yendi, müzik ve sinema konuşuldu, Özcan'dan Türkiye'ye dön çağrıları geldi.

Baktım, biri ülkesinde çok ünlü oyuncu ve müzik adamı, diğeri iki çocuk babası acılı bir adam..Ancak yıllar geçmemiş gibiydi. İki genç delikanlı gibi şakalaştılar.. Ta 4 levent'teki evimizde gibiydiler. Araya ne ün, ne acılar, ne yıllar girmemiş gibiydi..

Dost, bulmanızın en zor olduğu, bulduğunuzda da üzerine titremeniz gereken sözcük.

26 Mayıs 2015 Salı

Adı Ann....

Geçen gün Ozzie'le arabada giderken, Ozzie' nin telefonundan Duman'ın Aman Aman şarkısı başladı. İkimizin de en sevdiklerindendir. Özellikle ana- oğul beraberken dinlerdik. Son bir iki yıldır dinlememiştik, dinlemeye cesaret edememiştik. Neden mi? Nedenini tam da bilemediğim bir duygudan bu şarkıyı dinlerken hep ağladığımızdı.



Ozzie'ye sordum. " Biz neden bunu dinlerken ağlıyorduk ki? Bizim 2011 kasımından önce ne derdimiz vardı da şapşal şapşal ağladık bununla"

Gerçekten düşündüm de bizim hayatımız güzelmiş, mutluymuşuz, ufak tefek günlük sıkıntıların dışında ağlatacak, çözümü olmayan derdimiz yokmuş. Hayat bize birbirimizi özlemenin, birbirimiz için endişelenmenin dışında bal gibi de soluk alma fırsatları vermiş. Ama o canım inci tanelerimizi öyle öften pöften duygusallıklara boşuna akıtmışız ki..

Ağlama zamanı o lanet teşhisten sonra başlayacakmış bilemedik.

Şimdi Mine gitti, Ann gitti. Hele Ann'in gidişi hayatın da gidişi gibi.. Mutlu olma duygusu, sabah, güzel bir güne başlama fikri , gerçekten gülebilmeyi, her lokmayı keyifle yutma refleksini, alış verişi gözlerin dolmadan yapabilmeyi, her şarkıyı dinleyebilme yeteneğini, umutlanma, hayal kurabilme lüksünü yani normal insan olma hakkını da galiba beraberinde götürdü. Sekiz ay oluyor mumlar güya bire inecekti. Acının, özlemin, yokluğunun dayanılmazlığının mumları sekiz milyon filan oldu herhalde..

Soruma Ozzie de " Sahi bizim ne sebebimiz vardı da böyle hüngür şakır içli içli ağlaştık. Deli miymişiz ne?" Dedi.
Şimdi ağlamak için ne sana sevgili Kaan Göze, ne Kardeş Türküler'e, ne Sezen, ne Kayahan ne de Norah Jones 'a ihtiyacımız var. Kusura bakmayın.. Hayat bizim kulağımıza öyle acı bir şarkı koydu ki çalsa da ağlıyoruz, çalmasa da..
Adı Ann....

Kim bilir belki de bu günlere ağlıyorduk, kim bilir...

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Ann... Ve o güzel türkçesi ile dile döktükleri..

 




"Ahh. Turkcem soylemek istediklerimi yetmiyecek bu gun. Ama gene de denemem lazim, benim annem bu nu ve baska neler hak ediyor...

Eger bu dunya da, bir insan destek veren, sevgi dolu, hayata gulumseyen bir annen olursa, inanilmaz sansli, bence. Evlendinden sonra, "Ha, kayimvaldem cok iyi ve sevimli biri" diyebilmek, da inanilmaz buyuk kismet. Ama benim hayatimda piyangolar o kadar cook alanlar da cikiyor ki, benim kayimvaldem yok. Onun yerinde buyulucu bir ANNEM ve CAN DOSTUM ve ORNEGIM ve KAHRAMANIM var.

Her tarafta mucizeler yaratiyor minik annem. Turkiyede zor durumda olan cocuklari umut veriyor, --ve bunu nasil yapiyor? Insanlara iknay edip bencil dusunculeri -comertligi donusturiyor. Ustelikte, acik kalpli bir kadro eterafinda topladi bu isler surdurmek ve genislemek icin. O bir mucize degil mi? Arkadaslari ve ailede herangi birimiz, herangi sekilde sıkısırsak da, o hemen gereken sekilde bize kutariyor.





Biliyorsunuz, ciddi canserim var. Yaklasik 3 yildir Annem gelip ve kaliyor --aylar kadar-- ve bana, eve, ve cocuklarimizi bakiyor. Mucize borekler ve corbalarin pisirdigini otesinde, 14 yasinda kopegimiz, Pumpkin'e de annelik gosteriyor. (!)


Bazen Anneme "Makina" diyorum, cunku onun kadar caliskani tanimiyorum. Ama o kelime dogru degil. O daha cok sahane bir dag pinar gibi. Amann oyle bir pinar. Yanindaken onun ferahligin hissedersin, ve saatlar seyredip sīkīlamazsin--taslarin eterafindan geciyor--onun hareketler o kadar komplex, dogal ve guzel. Onu tanimak bir hayat geyekiyor, cunku her gun yavas yavas goremedigin derin ve pozitif izini birakiyor arkasinda. Bende, bir gun, insallah oyle bir pinar olarim bu dunya icin. Allah dan boyle bir ornegim var.

I love you Nesrin Ercan!!"

Ann Musser





7 Nisan 2015 Salı

Happy Birthday gözbebeğim..

Bugün dilimde hep aynı şarkı dolanıyor.

Tatlı dillim, güler yüzlüm

Ey ceylan gözlüm

Gönlüm hep seni arıyor

Neredesin sen...

Anlaşılan o ki mola zamanı dolmuş, Holyoke çok özlenmiş, bavulu hazırlama zamanı gelmiş.. Tabii bugünün 7 Nisan olması ile de çok ilintili.

41 yıl önce 7 Nisanda minicik bir kadın tam tamına kırk iki saat süren bir doğum macerasından sonra 3.5 kilo ağırlığında, alnına dökülmüş bir tutam bukle ve uzun kirpiklerle bir erkek bebek doğurur. Adı , Özgür Ercan'dır. Anne bütün yorgunluğuna, dikişlerin ağrısına rağmen hayatının en güzel gecelerinden birini geçirir. Yatakta bir kraliçe edası ile yatar. Öyle gururludur ki, " Anne olamazsın, imkansıza yakın" diyen doktorlara, " Ay Vallahi de doğuramaz" diye fetva veren birilerine inat, şahane bir çocuk dünyaya getirmiştir. O artık bir annedir.. Anne olmanın sadece doğurmak olmadığını, okulu ve mezuniyeti, hatta emekliliği olmayan, dünyanın en zor mesleği olduğunu henüz bilmiyordur..

Bebeğini doyurmak, bitmek bilmeyen bez maceraları, uykusuz geçen geceler, her gaz sancısında " Bebeğime ne oluyor " korkusunun, işin üvertürü ve en kolay etabı olduğunu her anne gibi sonradan keşfeder. Daha ilk günden korkularla tanışır. Bebeğine aşık olur, hatta onun kulu , gönüllü kölesi olur.. Biraz da kişiliği gereği patalojik anne sınıfına yazılır.. Evham, aşırı titizlikle gözü hep bebeğindedir. Oyuncaklar hep kaynatıldığından, zavallı çocuğun yamru yumru olmamış oyuncağı olmaz uzunca bir süre. Hatta buluğ çağına eriştiğini anlamak istemeyen , anlamayan eczacı anne, oğluna sesi kalınlaştı diye antibiotik verir..

Anne-oğul garip bir ikilidir. Anne, xx small petite size olduğu için, hamileliğinde de bebeği ile dolaşırken de yaşlı teyzelerin ayıplayan bakışları," Kızım acelen neydi anne olmak için" sitemleri, ya da " Kardeşini de al , eve dön" ikazları ile karşılaşır.. 26 yaşında anne olduğunu hep anlatmak zorunda kalır..

Minik annenin , bebeği büyürken, ne yazıktır ki ıskaladığı anlar çokçadır...Hayata tutunma yıllarında çalışmak zorundadır. . Eczane uzun mesai gerektirir. Bir gün oğlunun gençliğini olsun beraber yaşayabilmek için işi gücü bırakır eve döner ama ,çok geç kalmıştır. Oğlu uçup gitmektedir eğitimi için.. Artık hayatında bavul hazırlama, yolcu etme, arkasından şişmiş göz kapakları ile dolaşıp, her şarkıda ağlama, deli heyecanlarla karşılama vardır. Korkuların zirve dönemleridir kıtalar arasında..

Tatil için geldiğinde bir gece babasıyla onu seyretmek, üstünü örtmek üzere odasına girdiğinde fark eder ki yatakta kocaman bir genç adam yatıyor. Gariptir ki baba da aynı şeyi hisseder.. Onların minik , pembe beyaz, yumuşacık bebekleriyle hiç ilgisi olmayan bir genç adam vardır bebeklerinin yatağında.. Sadece kirpikler, o güzel yüz aynıdır.... İşte o gece anne, geçip giden o güzelim yıllara çok yanar.. Onu yaşayamadığına, onunla oynayamadığı oyunlara...

Evet, Anne olmak nedir, öğrenip öğrenmediğimi, iyi anne olup olmadığıma ben karar veremem. Ama bu 41 yılda yaşadığım gurur, korkular, sevinçten havalara zıplamalar, gözyaşları, çektiğim acılar olmasaydı ben, ben olmazdım.. Bu güne dek onun adına yaşadıklarım beni ben yapanlardı.. Kimliğimin , kişiliğimin altında Özgür Ercan'ın annesi yazıyor.. O artık bir baba.. Hem de baba olmanın tüm sınavlarını başarıyla veren, doktora yapma noktasında bir baba, bir ebeveyn. Çok iyi bir gözlemci olarak bizim el yordamıyla yapmaya çalıştığımız ebeveynliği, gördüğü yanlışlardan arıtarak yapan ,çok ağır görevler üstlenmiş bir baba....




Sevgili oğlum, Ozzie, senin annen olmak; yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz her şeye değer.. Anneliği becerip beceremediğim sende saklı.. Ama benim bildiğim seni sevdiğimdir. Çok sevdiğimdir, tanımlanması imkansız , ölçümlenmesi mümkün olmayacak kadar ,hata yapmayı kolaylaştıracak kadar çok sevdiğimdir. Hayatıma kattığın, ben de sonsuza kadar yaşayacak can için , büyüdüğünde " Bebeğim nerede" geç kalmışlığımı o şahane iki çocukla telafi ettiğin, büyük sevgiler, tattırdığın gurur, anne olmanın erdemi, bende seninle oluşan Nesrin Ercan profili için, bize sunduğun anne-baba, babaanne-dede unvanı için; binlerce, milyonlarca , seni sevdiğim ölçüde teşekkür ederim. Çektiğim kırk iki saatlik sancıya, uykusuz gecelere, yerli yersiz tüm korkularıma, yaşadığım tüm hasretlere , yaşamak zorunda kaldığımız her şeye , her acıya değensin.. Sensiz ne ben ne Fikret Ercan bir şeye benzemezmişiz..

Dilerim güzel yüzlü, güzel ruhlu oğlum, hayat bundan sonra sana adil ve cömert davransın ..

Happy Birthday gözbebeğim.. ..Doğum günün kutlu olsun.. İyi ki doğmuşsun... Ozzie Ercan