27 Haziran 2015 Cumartesi

Gitmek , dönmek....


Yahya Kemal Beyatlı'nın " Ankara'nın en çok İstanbul'a dönüşünü seviyorum" dediği gibi ben de nereye gitmiş olursam olayım evime dönüşü severim. Severdim..

Evim, benim mabedimdir, sığınağım , kendimle olabildiğim yerdir. Ben evi severim. Zorunluluk olmasa haftalarca evden çıkmadan yaşarım. Çünkü bana dışarıda ki hayatı aratmayacak kitabı, fotoğrafları, anı kutuları, örgüsü, bilgisayarı, I pad'i ve bahçesi var.. Her köşesinde yaşanmışlıklar.. Emeğim var..

Son dört yıla yakın süredir o çıkmamaya çalıştığım evimle kısa merhabalaşmalarımız oldu. Tam birbirimize alışırken , bavullar çıktı yeniden ortaya..
Fikret , her seferinde irili ufaklı sürprizlerle bu yeniden buluşmaları renklendirmeye çalıştı. Hemen her seferinde bir katı yenilenmiş buldum. Ya da bana özel alanlar yarattı. Özel bir adamdan özel " evine hoş geldinler " di bunlar..




 Biliyorum sesinde yine o yaramaz çocuğun tınıları var. Yine bir şeyler yapıyor gibi..

Yaklaşık iki aydır buradayım ve dört gün sonra doğru havaalanına..

Bu ne demek, sabah altı- altı buçukta kalkmak zorunda olmamak, saat 22.00 ye kadar nonstop çalışmamak, yukarı katın merdivenlerini günde en az 30 kez çıkmamak, kahve makinasıyla kurduğum tutkulu birlikteliği noktalamak demek. İki katın herbir köşesindeki legolarla savaşın sonu, her sabah arsızca Ozzie'nin yatağına serilen o şeker iki kızın tüylerinden arındırmak için koca king yatağı rull up la deli gibi temizlememek vs vs..

Ayrıca , bir iki özel konseri yakalama, bahçemle uğraşma, sevgili bi metre topuklularımla buluşarak çok kısa olmaktan azıcık kurtulmak. Taytlara veda, elbiselere " nerde kalmıştık" demek.. Fiko'mla pazar kahvaltıları, arkadaşlarımla buluşma.. Ciddi özlemişim onları.. Yeşim'le kahve muhabbeti, Rehabilitasyon merkezi heyecanı, o güzelim boğaz ve iyod kokusu..

Ne varki bu kez dönüş heyecanı da hevesi de yok. Ben sanki sadece buraya aitmişim gibi. Sabahları üstüme pat diye atlayan ya da kedi gibi süzülüp sarılarak uyandıran Ronan'ın olmadığı yer ne ola ki artık.. Zeytin'nin pamuksu sarılmaları olmayan yer de ne ola ki.. Özgür'e kahve götürülmeyen sabahlar da.. Ronan'a " Honey, are you hungry, would you like something to eat" soruma, onun başını sallayıp , gözlerini açarak o şeker mi şeker," I am okey, but thank you for offering" cevabını almamak..Zeytin'le pancake yapma keyfini yaşamamak..

Bedenim gerçekten ölesiye yorgun. Şaka değil artık 67 yaşında biriyim. Ruhum yorgun , kalbim de.. Bu evin her santimi Ann.. Her karesinde elinin izi. Beraber boyadığımız banyo dolapları, monte ettiğimiz Ikea 'lar, sarılarak Downtown Abbey'i seyrettiğimiz kanape, piyanosu, giysileri, kozmetikleri, ilaç çantası.. Ann'in kendisi..



Bütün bunların içinde günde kaç kez ağlama krizine yakalanıp sadece yutkunarak geçiştirmek, yüzündeki maskeyi indirmemek. Zira burası gözyaşlarımı akıtacağım yer değil. Burası akan gözyaşı varsa sileceğim yer. Onlara gülücükler sunmam gereken yer burası.. Zorunda zoru ..
Her neyse.. İçimde sızım sızım bir sızı.. Biliyorum kısa süre sonra onlar gelecek ama onları burada yeniden bırakmak .. Bir yumru gibi.. Onlara bakarken, etraflarında koşarken, yedirip, yıkayıp uyuturken daha kolaydı. Mutluydum .. Bu şartlarda evet mutluydum.

Anladım ki dört gün sonra kalkacak uçağın tatsızlığı sindi üzerime..

Dönüşler güzeldir. Ama ben sanki dönmüyorum.. Gidiyorum.. Gitmeleri sevmem ki..

21 Haziran 2015 Pazar

Hayat Siz Plan Yaparken Basiniza Gelenlerdir





Hayatta başınızaa çok şey gelebilir...
John Lennon, boşuna " hayat siz plan yaparken başınıza gelenlerdir" dememiş.
Bazen öyle acılar yaşarsınız ki ne terapist, ne antidepresanlar çare olamaz..
Ama ta İstanbul'dan gelen eski bir arkadaşınız bir kaç saatliğine de olsa ta New York'tan üç saat araba yolculuğuna katlanır size gelirse, acıdan gülümsemeyi unutmuş yüzünüze kahkaha bile yerleşirmiş.

Sevgili Özcan, set tatil olur olmaz Amerika'ya gelmiş. Gelir gelmez de Ozzie'ye koştu. Onlar çok yılların arkadaşı.. Vefa bir semt adı da değil, boza'nın en iyi olduğu yer de değil. Egğr doğru arkadaş bulma şansını vermişse sana hayat, vefayı da arkadaşlığın bu büyük k keyfini de tadarsın.

Holyoke'deki evde o gece Türk yemekleri yendi, müzik ve sinema konuşuldu, Özcan'dan Türkiye'ye dön çağrıları geldi.

Baktım, biri ülkesinde çok ünlü oyuncu ve müzik adamı, diğeri iki çocuk babası acılı bir adam..Ancak yıllar geçmemiş gibiydi. İki genç delikanlı gibi şakalaştılar.. Ta 4 levent'teki evimizde gibiydiler. Araya ne ün, ne acılar, ne yıllar girmemiş gibiydi..

Dost, bulmanızın en zor olduğu, bulduğunuzda da üzerine titremeniz gereken sözcük.

26 Mayıs 2015 Salı

Adı Ann....

Geçen gün Ozzie'le arabada giderken, Ozzie' nin telefonundan Duman'ın Aman Aman şarkısı başladı. İkimizin de en sevdiklerindendir. Özellikle ana- oğul beraberken dinlerdik. Son bir iki yıldır dinlememiştik, dinlemeye cesaret edememiştik. Neden mi? Nedenini tam da bilemediğim bir duygudan bu şarkıyı dinlerken hep ağladığımızdı.



Ozzie'ye sordum. " Biz neden bunu dinlerken ağlıyorduk ki? Bizim 2011 kasımından önce ne derdimiz vardı da şapşal şapşal ağladık bununla"

Gerçekten düşündüm de bizim hayatımız güzelmiş, mutluymuşuz, ufak tefek günlük sıkıntıların dışında ağlatacak, çözümü olmayan derdimiz yokmuş. Hayat bize birbirimizi özlemenin, birbirimiz için endişelenmenin dışında bal gibi de soluk alma fırsatları vermiş. Ama o canım inci tanelerimizi öyle öften pöften duygusallıklara boşuna akıtmışız ki..

Ağlama zamanı o lanet teşhisten sonra başlayacakmış bilemedik.

Şimdi Mine gitti, Ann gitti. Hele Ann'in gidişi hayatın da gidişi gibi.. Mutlu olma duygusu, sabah, güzel bir güne başlama fikri , gerçekten gülebilmeyi, her lokmayı keyifle yutma refleksini, alış verişi gözlerin dolmadan yapabilmeyi, her şarkıyı dinleyebilme yeteneğini, umutlanma, hayal kurabilme lüksünü yani normal insan olma hakkını da galiba beraberinde götürdü. Sekiz ay oluyor mumlar güya bire inecekti. Acının, özlemin, yokluğunun dayanılmazlığının mumları sekiz milyon filan oldu herhalde..

Soruma Ozzie de " Sahi bizim ne sebebimiz vardı da böyle hüngür şakır içli içli ağlaştık. Deli miymişiz ne?" Dedi.
Şimdi ağlamak için ne sana sevgili Kaan Göze, ne Kardeş Türküler'e, ne Sezen, ne Kayahan ne de Norah Jones 'a ihtiyacımız var. Kusura bakmayın.. Hayat bizim kulağımıza öyle acı bir şarkı koydu ki çalsa da ağlıyoruz, çalmasa da..
Adı Ann....

Kim bilir belki de bu günlere ağlıyorduk, kim bilir...

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Ann... Ve o güzel türkçesi ile dile döktükleri..

 




"Ahh. Turkcem soylemek istediklerimi yetmiyecek bu gun. Ama gene de denemem lazim, benim annem bu nu ve baska neler hak ediyor...

Eger bu dunya da, bir insan destek veren, sevgi dolu, hayata gulumseyen bir annen olursa, inanilmaz sansli, bence. Evlendinden sonra, "Ha, kayimvaldem cok iyi ve sevimli biri" diyebilmek, da inanilmaz buyuk kismet. Ama benim hayatimda piyangolar o kadar cook alanlar da cikiyor ki, benim kayimvaldem yok. Onun yerinde buyulucu bir ANNEM ve CAN DOSTUM ve ORNEGIM ve KAHRAMANIM var.

Her tarafta mucizeler yaratiyor minik annem. Turkiyede zor durumda olan cocuklari umut veriyor, --ve bunu nasil yapiyor? Insanlara iknay edip bencil dusunculeri -comertligi donusturiyor. Ustelikte, acik kalpli bir kadro eterafinda topladi bu isler surdurmek ve genislemek icin. O bir mucize degil mi? Arkadaslari ve ailede herangi birimiz, herangi sekilde sıkısırsak da, o hemen gereken sekilde bize kutariyor.





Biliyorsunuz, ciddi canserim var. Yaklasik 3 yildir Annem gelip ve kaliyor --aylar kadar-- ve bana, eve, ve cocuklarimizi bakiyor. Mucize borekler ve corbalarin pisirdigini otesinde, 14 yasinda kopegimiz, Pumpkin'e de annelik gosteriyor. (!)


Bazen Anneme "Makina" diyorum, cunku onun kadar caliskani tanimiyorum. Ama o kelime dogru degil. O daha cok sahane bir dag pinar gibi. Amann oyle bir pinar. Yanindaken onun ferahligin hissedersin, ve saatlar seyredip sīkīlamazsin--taslarin eterafindan geciyor--onun hareketler o kadar komplex, dogal ve guzel. Onu tanimak bir hayat geyekiyor, cunku her gun yavas yavas goremedigin derin ve pozitif izini birakiyor arkasinda. Bende, bir gun, insallah oyle bir pinar olarim bu dunya icin. Allah dan boyle bir ornegim var.

I love you Nesrin Ercan!!"

Ann Musser





7 Nisan 2015 Salı

Happy Birthday gözbebeğim..

Bugün dilimde hep aynı şarkı dolanıyor.

Tatlı dillim, güler yüzlüm

Ey ceylan gözlüm

Gönlüm hep seni arıyor

Neredesin sen...

Anlaşılan o ki mola zamanı dolmuş, Holyoke çok özlenmiş, bavulu hazırlama zamanı gelmiş.. Tabii bugünün 7 Nisan olması ile de çok ilintili.

41 yıl önce 7 Nisanda minicik bir kadın tam tamına kırk iki saat süren bir doğum macerasından sonra 3.5 kilo ağırlığında, alnına dökülmüş bir tutam bukle ve uzun kirpiklerle bir erkek bebek doğurur. Adı , Özgür Ercan'dır. Anne bütün yorgunluğuna, dikişlerin ağrısına rağmen hayatının en güzel gecelerinden birini geçirir. Yatakta bir kraliçe edası ile yatar. Öyle gururludur ki, " Anne olamazsın, imkansıza yakın" diyen doktorlara, " Ay Vallahi de doğuramaz" diye fetva veren birilerine inat, şahane bir çocuk dünyaya getirmiştir. O artık bir annedir.. Anne olmanın sadece doğurmak olmadığını, okulu ve mezuniyeti, hatta emekliliği olmayan, dünyanın en zor mesleği olduğunu henüz bilmiyordur..

Bebeğini doyurmak, bitmek bilmeyen bez maceraları, uykusuz geçen geceler, her gaz sancısında " Bebeğime ne oluyor " korkusunun, işin üvertürü ve en kolay etabı olduğunu her anne gibi sonradan keşfeder. Daha ilk günden korkularla tanışır. Bebeğine aşık olur, hatta onun kulu , gönüllü kölesi olur.. Biraz da kişiliği gereği patalojik anne sınıfına yazılır.. Evham, aşırı titizlikle gözü hep bebeğindedir. Oyuncaklar hep kaynatıldığından, zavallı çocuğun yamru yumru olmamış oyuncağı olmaz uzunca bir süre. Hatta buluğ çağına eriştiğini anlamak istemeyen , anlamayan eczacı anne, oğluna sesi kalınlaştı diye antibiotik verir..

Anne-oğul garip bir ikilidir. Anne, xx small petite size olduğu için, hamileliğinde de bebeği ile dolaşırken de yaşlı teyzelerin ayıplayan bakışları," Kızım acelen neydi anne olmak için" sitemleri, ya da " Kardeşini de al , eve dön" ikazları ile karşılaşır.. 26 yaşında anne olduğunu hep anlatmak zorunda kalır..

Minik annenin , bebeği büyürken, ne yazıktır ki ıskaladığı anlar çokçadır...Hayata tutunma yıllarında çalışmak zorundadır. . Eczane uzun mesai gerektirir. Bir gün oğlunun gençliğini olsun beraber yaşayabilmek için işi gücü bırakır eve döner ama ,çok geç kalmıştır. Oğlu uçup gitmektedir eğitimi için.. Artık hayatında bavul hazırlama, yolcu etme, arkasından şişmiş göz kapakları ile dolaşıp, her şarkıda ağlama, deli heyecanlarla karşılama vardır. Korkuların zirve dönemleridir kıtalar arasında..

Tatil için geldiğinde bir gece babasıyla onu seyretmek, üstünü örtmek üzere odasına girdiğinde fark eder ki yatakta kocaman bir genç adam yatıyor. Gariptir ki baba da aynı şeyi hisseder.. Onların minik , pembe beyaz, yumuşacık bebekleriyle hiç ilgisi olmayan bir genç adam vardır bebeklerinin yatağında.. Sadece kirpikler, o güzel yüz aynıdır.... İşte o gece anne, geçip giden o güzelim yıllara çok yanar.. Onu yaşayamadığına, onunla oynayamadığı oyunlara...

Evet, Anne olmak nedir, öğrenip öğrenmediğimi, iyi anne olup olmadığıma ben karar veremem. Ama bu 41 yılda yaşadığım gurur, korkular, sevinçten havalara zıplamalar, gözyaşları, çektiğim acılar olmasaydı ben, ben olmazdım.. Bu güne dek onun adına yaşadıklarım beni ben yapanlardı.. Kimliğimin , kişiliğimin altında Özgür Ercan'ın annesi yazıyor.. O artık bir baba.. Hem de baba olmanın tüm sınavlarını başarıyla veren, doktora yapma noktasında bir baba, bir ebeveyn. Çok iyi bir gözlemci olarak bizim el yordamıyla yapmaya çalıştığımız ebeveynliği, gördüğü yanlışlardan arıtarak yapan ,çok ağır görevler üstlenmiş bir baba....




Sevgili oğlum, Ozzie, senin annen olmak; yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz her şeye değer.. Anneliği becerip beceremediğim sende saklı.. Ama benim bildiğim seni sevdiğimdir. Çok sevdiğimdir, tanımlanması imkansız , ölçümlenmesi mümkün olmayacak kadar ,hata yapmayı kolaylaştıracak kadar çok sevdiğimdir. Hayatıma kattığın, ben de sonsuza kadar yaşayacak can için , büyüdüğünde " Bebeğim nerede" geç kalmışlığımı o şahane iki çocukla telafi ettiğin, büyük sevgiler, tattırdığın gurur, anne olmanın erdemi, bende seninle oluşan Nesrin Ercan profili için, bize sunduğun anne-baba, babaanne-dede unvanı için; binlerce, milyonlarca , seni sevdiğim ölçüde teşekkür ederim. Çektiğim kırk iki saatlik sancıya, uykusuz gecelere, yerli yersiz tüm korkularıma, yaşadığım tüm hasretlere , yaşamak zorunda kaldığımız her şeye , her acıya değensin.. Sensiz ne ben ne Fikret Ercan bir şeye benzemezmişiz..

Dilerim güzel yüzlü, güzel ruhlu oğlum, hayat bundan sonra sana adil ve cömert davransın ..

Happy Birthday gözbebeğim.. ..Doğum günün kutlu olsun.. İyi ki doğmuşsun... Ozzie Ercan

28 Mart 2015 Cumartesi

Sevdiğiniz Birini Kaybettiğinizde İçinizde 40 Tane Mum Yanar!

Bilirsiniz bir acı yaşadığınızda anladığınız, anlamakta zorlandığınız, sizi kızdıran, delirten ya da direnme gücü veren bir sürü teselli çabası ile karşılaşırsınız. Dostlarınızın derdi size merhem olmak, size bir soluk aldırmaktır.



Bunlardan biri de " sevdiğiniz birini kaybettiğinizde içinizde 40 tane mum yanar, her gün biri söner. Son bir tanesi ömür boyu cılız bir alevle de olsa yanmaya devam eder." söylemidir..
Yarın deniz ve gök yüzünün rengini barındıran o muhteşem gözlerin kapandığının altıncı ayı. Bu teselli de yalanmış... Sönen mum filan olmadı. Kimi meşaleye döndü, kimi yanına yenilerini ekledi. Terslik ben de mi, senin yokluğunun acısında, ben de bıraktıklarında mı Ann...

14 Şubat 2015 Cumartesi

Ann gitti... Annie'm gitti!

Bugün sevgililer günüymüş.. Sevgili...
Sevgili dediğinizde akla yalnızca kalbinizi delice çarptıran, midenizde düğümler oluşturan ve size en mantıksız kararları verdiren mi gelir ya da gelmeli mi? Sevgili; flörtünüz, ilişkinin farklı boyutlarında dolaştığınız karşı cins ya da eşiniz midir sadece..

Hayır...Sevgili sözcüğü bu kadar basit değildir.. Sevmekten gelir.....Sevmek...

Hesapsız, koşulsuz ,elini taşın altına koyarak kollarını ve kalbin kapılarını ardına kadar açmaktır.

Nesrin Ercan sözlüğünde sevgili tanımının karşısında Biyolojik bağ, ten kokusu olmadan da sevilebilen yazar..
Bugün sevgililer günüymüş....Ticari, tüketime yönelik meşhur günlerden biri.. Anneler, babalar günü gibi.. Yoksun olanların içini kanatan günlerden biri..

Hiç mi anlamı yok? . Hayır var.. Whatsapp, mesaj delisi olduğumuz, beğeni ve sevgiyi noktalama işaretleri ile anlatacak kadar ruhsuzlaştığımız, yozlaşıp, kolaya kaçtığımız şu günler için yılda bir kez olsun insan olmaya dönüş için belki iyidir..

Sevgiler ,verilene teşekkür ve minnetler tarih verilmiş günlere sığmamalı... Anlayacağınız üzere Nesrin Ercan bu takvim işaretlerine karşı; karşıdan öte nefret ediyor.. Sevgili varlığını dört buçuk ay önce dönülmeyen yere yolculamış biri olarak bugün öyle acıtan bir şey ki...Hayatımdan sevgililer kayıp gitti.. Müfide, Mine..

Ann gitti...

Annie'm gitti. İnanması zor ama gitti. Çok zor kabullenmesi. O yokluk hali.. Onun bambaşka bir hayatta olduğunu kabullenme ve ondan mahrum kalma hali .. Zordan öte..

O ilk şaşkınlık , yalandan "O artık acı çekmiyor ,huzura kavuştu, açlık çekmiyor" tesellisi gitti.. Geriye dinmez bir kadere ,hayata öfke, anlayamama hali , koskocaman , doldurulamaz boşluk kaldı. Derin mi derin bir yara , cevabı olmayan sorular.. Neden benim oğlum, neden benim dünya güzeli torunlarım bunu yaşıyorlar. Neden, etrafına ışık ve sevgi saçan bu şahane kadın yaşamın sahnesinden bu kadar erken alındı. Niçin bu muhteşem anne çocuklarını sarıp sarmalayarak o sonsuz sevgisiyle büyütemedi.. Niye Ozzie , artık örneklerine çok sık rastlanamayan o güzel aşkıyla elele yaşlanma şansını kaybetti?



Cevabı bilen var mı ? Yok.. Kader demeyin, yazgı hele hiç demeyin, sakın dini yorumlar yapmayın.. Ne aklım, ne mantığım, ne yüreğim anlar ve kabullenir ve teselli bulur..

Ben özledim; ,sesini, telefon da Halllooo deyişini, canıım demesini, bastıra bastıra "annem benim"ini, esprisini, gülüşünü, dansını, şarkılarını, piyanosunu, tahinli tavuğunu, pumpking payını, uzun uzun müze çalışma ve projelerini anlatışını, kokusunu, "senin için Türk kahvesi yapabilir miyim annem" ini, Amerika'yı düşündüğümde Holyoke'deki evde onun Ozzie ve çocuklarla olduğunu bilmeyi, yemek yaparken şarkı söyleyip şarap içişini.. Ben Ann. E. Musser Ercan'ı yani sevgilimi özledim. Çok özledim.

Dayanılması zor bir biçimde özledim. Ben onu çok mu çok özledim.



Bugün ona güller gönderiyorum, çok sevdiği mor çiçekleri, Somewhere Over The Rainbow'u, Stay'i, Someone Like You ve yüreğimin olanca sevgisini yolluyorum..
Ey Sevgili Ann, Annie senin bana yazdığın gibi " Var olan ve olmayan Tanrım'a " senınle yaşadığımız yıllar için teşekkür ediyorum. Seni yaşamaya, senin için yaşamaya, senin emanetlerin için yaşamaya, senin Mika-Der'de yapmak istediklerini yapabilmek için yaşamaya çalışacağım.
Güzel kızım ışıklar içinde uyu. Sevgiler günün kutlu olsun....