Ozzie'ye sordum. " Biz neden bunu dinlerken ağlıyorduk ki? Bizim 2011 kasımından önce ne derdimiz vardı da şapşal şapşal ağladık bununla"
Gerçekten düşündüm de bizim hayatımız güzelmiş, mutluymuşuz, ufak tefek günlük sıkıntıların dışında ağlatacak, çözümü olmayan derdimiz yokmuş. Hayat bize birbirimizi özlemenin, birbirimiz için endişelenmenin dışında bal gibi de soluk alma fırsatları vermiş. Ama o canım inci tanelerimizi öyle öften pöften duygusallıklara boşuna akıtmışız ki..
Ağlama zamanı o lanet teşhisten sonra başlayacakmış bilemedik.
Şimdi Mine gitti, Ann gitti. Hele Ann'in gidişi hayatın da gidişi gibi.. Mutlu olma duygusu, sabah, güzel bir güne başlama fikri , gerçekten gülebilmeyi, her lokmayı keyifle yutma refleksini, alış verişi gözlerin dolmadan yapabilmeyi, her şarkıyı dinleyebilme yeteneğini, umutlanma, hayal kurabilme lüksünü yani normal insan olma hakkını da galiba beraberinde götürdü. Sekiz ay oluyor mumlar güya bire inecekti. Acının, özlemin, yokluğunun dayanılmazlığının mumları sekiz milyon filan oldu herhalde..
Soruma Ozzie de " Sahi bizim ne sebebimiz vardı da böyle hüngür şakır içli içli ağlaştık. Deli miymişiz ne?" Dedi.
Şimdi ağlamak için ne sana sevgili Kaan Göze, ne Kardeş Türküler'e, ne Sezen, ne Kayahan ne de Norah Jones 'a ihtiyacımız var. Kusura bakmayın.. Hayat bizim kulağımıza öyle acı bir şarkı koydu ki çalsa da ağlıyoruz, çalmasa da..
Adı Ann....
Kim bilir belki de bu günlere ağlıyorduk, kim bilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder