3 Eylül 2015 Perşembe

İNSANLIK KIYIYA VURURKEN..

Ben de dahil hemen hemen hepimiz, kıyıya vurmuş minik beden için ağladık, içimiz acıdı, çatal elimizden düştü, bir yumru hem midemize hem de  boğazımıza oturdu. Sosyal medyada yeteneklerimizin elverdiğince paylaştık, yazdık çizdik. Utandığımızı haykırdık. Utandık da.. Herkesin üzüntü ve utancının içtenliğine kendimin ki kadar inanıyorum.

Bütün bir gece uykuda o bebeye elimi uzatıp kurtarmaya çalıştım. Hep nefes nefese sıçrayarak uyandım. Hadi bir sigara , içinden sebep olanlara bilebildiğin en kötü kelimelerle iltifat, yeniden yat, yeniden uzat elini Aylan bebeğe , yeniden o eli yakalayama , sıçrayarak uyanma , sigara, sövme sayma faslı , daha zor uykuyla buluşma ve fasit çemberi yeniden yeniden defalarca yaşama ve sabah yorgunluktan ölü gibi sürünerek kalkma...

Bu benim yaşadıklarım. Biliyorum sizlerde buna benzer şeyler yaşadınız. Keyifsiz uyku, bakır tadıyla uyanma... Çünkü insansınız. Duygularınız, merhametiniz, sevginiz, şefkatiniz var. Annesiniz, baba, abla ,abi , dede , nine gibisiniz.

Mutluluktan yanasınız, haktan , adil olmaktan, insan haklarından, eşitlikten yanasınız. Herkesin bir bayrağı, bir kimliği, onu barındıran vatan toprağı olmasından yanasınız. Barışı savunansınız.
Siyasi hırslar, anlamakta zorlandığımız kavgalar bize göre değil. Biz anlamayız.,

Biz İNSANIZ. Siyasi oyunları. bu oyunlar uğruna öldürmeyi bilmeyiz. Olsa olsa ancak ölürüz, öldürülürüz.
Biz İNSANIZ. Kendi halinde , halk dediğimiz insanların katledilmesini zevkle seyredemeyiz, vur emri veremeyiz , yapmayız, yapamayız .
Biz İNSANIZ çünkü. Biz gencecik insanların ölümüne kahroluruz da " Ölmüştür, geçmiştir" diyemeyiz. Gencecik bedenlerin toprakla buluşmasına kahrolur günlerce kendimize gelemeyiz .
Biz İNSANIZ..
Peki bizim insan olmamızın , sevgimizin, şefkatimizin, adalet duygumuzun, utanıyor olmamızın bir faydası oluyor mu? Kusura bakmayın ben de dahil sadece kendi vicdanımızı rahatlatıyoruz. Çünkü o minik bebeleri denizin karanlık sularında ölüme terkeden sistem biz değiliz. Bizi aşıyor. Devlerin öfkesi çarpışıyor. Aylan karaya vuruyor. Peki hiç mi bir şey yapamayız. Yaparız.

En azından bu kanlı, bu acımasız, bu Aylanlar katili hırsların partneri olmayacakları seçebiliriz

2 Eylül 2015 Çarşamba

BİZ NİYE ÖLDÜK ANNE ?

Annem,

Bana hamile kaldığında sevinip sevinmediğini bilmiyorum.
Beni hasretle bekliyor muydunuz onu da bilmiyorum. Ancak benim için bu sonu hayal etmediğinizi kesinlikle biliyorum.
Annem, eğer hayatta kaldıysan ve bu resmi gördüysen " ki umarım görmek yerine ölmüşsündür. Çünkü bir anne için ölmek bu fotoğrafı yaşamaktan daha katlanılır bir yazgıdır ", bu ölü minik bedenimdeki artık kapanmış gözlerimin  yaşı o denizin sularına karışır. Çok ağlarım senin için annem çok..
Ben oyun oynamak isterdim annem, her çocuk gibi.
Okula gitmek, bazen ödevlerimi oyuna dalıp unutmak da isterdim. Mezun olduğumda senin gözlerinde gurur ve sevincin yaşlarını görmek de..
Biliyor musun belki  ben aşık olacaktım. Onu görünce saçmalayacak, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyecek, şapşallaşacaktım. Okuduğum kitaplara sevdiğimin adını karalayacaktım.
Aşıkken bahar başka olacaktı. Yağmurda ıslandığımı farketmeyecektim. Karlarda yuvarlanacaktım, sen " Üşüteceksin " diye kızacaktın bana.
Evlenecektim belki ben anne.. Sen gelinini  hem sevecektin hem de beni paylaşmaktan hoşlanmayacaktın.
Baba olacaktım belki.  Onu sevgimle büyütecektim. Onun kahramanı olacaktım. Çocukların ne denli değerli olduğunu, ilerde yaşayacağı babalığı benden öğrenecekti.
Belki barışı savunacaktım. Dünya sevgi dolu olsun diye çalışacaktım. Kimbilir..

Bunların hiçbiri olmadı annem, olamadı.
Kim bu nefret tohumlarını, sevgisizliği ekti bilmem anacım.
Suçun , öfkenin, nefretin , insan ayrımının ne olduğunu henüz öğrenmemiş, savaşın acımasızlığından haberi olmayan biz çocuklar niye kurban edildik.
Biz niye yüzmek yerine denizin karanlık soğunda boğulduk.
Biz niye öldük anne.?
Biz niye öldük söylesene İNSANLIK...????

15 Ağustos 2015 Cumartesi

The Universty of Life




İnsan ömrü öğrenmekle geçermiş, öğrendim. Doğumdan finale kadar.
Nefes almayı, meme emmeyi öğrenmekle başlıyor.. Vücudunuzu döndürmek, emekleme , ilk adım , çiğneme vs.

Daha sonra bizim hayatta yer alacağımız sınıfın belirlenmesine yönelik eğitim.

Brezilya'nın yüz ölçümü, aruz vezni, pi sayısı, fako deneyi, klorofilin formülü, yüzyıl savaşları, integral, sinüs cosinüsler, harmonik bölmeler, mitoz çoğalmalar, general rütbelerindeki yıldız sayıları, büyük ayı, küçük ayı, kutup yıldızı, Patrona Halil İsyanı, Çerkez Ethemler, Memlük Hanedanı, Hammurabiler vs vs..

Sonra branşlaşmaya geçilir. Artık, tıp, hukuk, iktisat out, nano teknolojiler, uluslararası ilişkiler, su ürünleri vs in. Ama bilmiyorsunuz ki hepimiz ilk okula başladığımız günden itibaren duble major yapıyoruz. Nasıl mı?

Biz okulda mezun olur olmaz unutacagımız a vitamini sentezlerini, asetonun dimetil keton olduğunu,  Dante'nin Divina Comedia'sını, Eflatun'u, Öklit bağlantısını okurken: hayat denen, mezuniyeti trajik ve gözyaşları ile dolu eğitim sistemi başlamıştır bile...


 Hayal kırıklıklarını, aldatılmayı, yalnız ortada kalmayı, karşılıksız aşkı, doğal afetler karşısındaki çaresizliği, iftiraya uğramayı, suçsuz yere tutuklanmayı, inandığınız ilkeler uğruna işkence görmeyi, bir gecede sevdiklerimizi yitirmeyi, bir adımda arabanın altında ya da bulutların üstünde uçarken piste çakılmayı öğreniyoruz.


Sevmenin yetmediğini, sevilmek de gerektiğini, güven duymakla güven duyacağın kişiyi seçmenin de ne kadar önemli olduğunu, hayallerinden vazgeçmemek kadar, hayal aleminde yaşamaman da gerektiğini, büyüdükçe etrafındaki saf , temiz halenin, sırtını dayayabileceğin dostlukların giderek incelip azalacağını kafana vura vura öğretir bu eğitim sistemi..


Sakın ha " Bu da mı gelecekti başıma" demeyin.
Bu öğretide bunun cezası çok ağırdır. Öyle birşeyle yüzleşmek zorunda kalırsınız ki boğazınızdan cılız bir hırıltı bile çıkamaz. Bu nedenle " Bu günümüzü aratma, bu acıyı unutturacak acı verme, buna da şükür" söylemlerini bir an önce öğrenmeli insanoğlu. Neden, niçin, niye .. Soru yok. Yorum ve itiraz eski tabirle zinhar yani asla ve never.. Akıllı olmak gerekir. Zavallı sen, ipleri aslında görünmez ellerden oynatılan bir kuklasın. Baş mı kaldırmaya niyetlendin? Vay ki vay sana. Yanmışsın. Yer tokadı oturursun aşağıya. Gık bile dedirtmez bu okul canım.Tek ayaktan falakaya, ihtardan uzaklaştırma almaya kadar yollar var. Bazen durduğu yerde senin canını acıtmak ister, ya hatırlamadığın bir küçük hatadan, ya da öğreti gereği. Öyle yerlerden vurur ki ölmek, " asude bir bahar ülkesi" gibi gelecektir .

Ben bir zamanlar, tüm trajik olayların, büyük felaketlerin gazete haberi veya haber bültenlerinin gündemi diye düşünürdüm. Sanki bunlar bize olmaz , olanlarında nedenini bilmek istemezdim. Gazetenin o sayfası itinayla katlanır, televizyon kanalı bir parmak becerisi ile değiştirilirdi tarafımdan..


Sonra hayatıma kaybolup giden baba, iflasın yalnızlığı, trafik kazaları, çeşitli hastalıklar nedeniyle yitirilmiş sevgili canlar, deprem enkazları, hukuksal ve bürokratik haksızlıklar giriverdi Mızırdanacak oldum, küttttt kanser, hem de canımı ençok yakacaklardan birine. Usulca mırıldandım. " Ya bu kadarı da olur mu? " .  Öyle mi Nesrin hanım buyrun, gümmmmm bir otobüs ve Mine'ye veda. Nefesim kesilmiş bir halde "Aman Tanrım bu neydi böyle? Ben nasıl baş ederim" i geçirdim içimden.
"Ah be Nesrin'cim , sen umutsuz vakasın, seni nasıl terbiye edeceğiz. Sen hala mı sızlanıyorsun? " dediler ve bugüne geldik.

Gerçekten ve gerçekten o savaş hikayeleri , Sophie'nin seçimleri, 12 eylul idamlarının annelerinin öyküsü bir yana, acı çekmenin katran kuyularında debeleniyorum. Her sabah, her öglen her akşam , her gece ölüyorum. Açıp baksalar, kalbim sünger gibi delik deşiktir. Bir elimde acılarım, diğer elimde umudu beraberce taşımaya, bu çok zor yolda düşmeden, düşürmeden yürümeye çalışıyorum
.
Hayatta en sinir olduğum ve katlanamadığım insan türü ahkam kesen ve her konu hakkında kesin fikri olanlardır. Ancak en iyi öğretinin kuralı, tecrübe ve yaşamadır. Ordan hareketle bunları sizinle paylaşmak istiyorum.


Ne olur, yüzünüzdeki çizgilerle mutsuz olmayın, bırakın o sevmediğiniz arkadaşınızda aynı elbiseyi veya arabayı alsın. Patronunuz huysuzsa aldırmayın. İstedğiniz branşı seçemediyseniz ne gam. Yıllar içinde neler değişecek, ne yeteneklerinizi keşfedeceksiniz. Sevgiliniz mi terk etti.? Allah aşkına saçmalayıp ölmelere kalkmayın. Kilo mu veremediniz, almayın yeter. Sağlıkla aldığınız her soluk, güzel görünmenizden iyidir.


Elektik kesintisi, trafik, Ankaradakiler, anlamsız vergi cezaları, kredi kartları... Bunların hepsine vaktiyle delirmiş olan ben, diyorum ki sevdiklerinizle yarından söz edebiliyorsanız , şükredin. Tatil programı, gelecek yıllardan konuşabilyorsanız ne şans..Yarınlardan korkmuyorsanız, aslında korku veya  acıdan öldüğünüz halde, yaşar gibi yapıp gülümsemeye çalışmıyorsanız, sevdiklerinizin sağlığı için ölesiye korkmuyorsanız; lütfen ve lütfen şımarıklık yapıp mutsuz hissetmeyin kendinizi. Her havanın tadını çıkarın, her alınan soluğun... Gerçekten...

temmuz 2014'den...

ÖZLEMEK...



ÖZLEDİM..

Sabahları yataktan yeni bir güne başlamanın keyfiyle kalkmayı,
Kahvaltıdan zevk almayı,
Hangi şehidin  haberini, hangi çılgın kocanın cinayetini, hangi sapığın tecavüzünü, seçmeyi bilmediklerimizin koltuk ve güç sevdasına güzelim ülkemi yangın yerine çevirmesini görmekten korkmadan sabah gazetemi okumayı,
Bir yanda Bodrum, Alaçatı keyifleri, diğer yandan tabutlara sarılmış anaları görmemeyi özledim.
Şarkılar dinlemeyi, her şarkının içimdeki yaraları kanatmamasını özledim.

Her seyrettiğim dizi veya filmin sonunu getirebilmeyi, hepsinden canımı yakacak bişeyler bulmamayı,
Reklamlara bile ağlayan kadın olmamayı özledim.

Eski fotoğraflara gülümseyerek bakmayı, mevsimlerden güzellikler bulmayı özledim.
Doğum , evlenme günleri, 14 şubattan, anneler -babalar günü, thanksgiving, noel, yılbaşı ve bayramlardan nefret etmemeyi özledim.

Bahçemin çocuk parkı, salıncak, renkli çitlerle renk cümbüşü sergilemesini,
Rengarek su yatağı ve toplarla havuzun yüzülecek yeri kalmamasını özledim.

Evde kalabalığı, yemek kokularını, koşuşturmaları, çocuk seslerini, havuz başında ıslak havlu toplamayı, akşam yemeğinin telaşını özledim.

Yaz konserlerini, şıkır şıkır giyinmeyi, makyaj, son rotüşler yüzünden kocamı araba içinde bekletip, sinir etmeyi, eve dönüşte bir metre topukluların içinde ayaklarımın sızlamasını özledim.

Amerika'dan gelecekler için evi organize etmeyi, oyun odasını hazırlamayı, açlıktan geliyorlarmış gibi alış veriş ve ordu doyuracak kadar yemek yapmayı, gelecekleri gün sabaha kadar uyuyamamayı özledim.

Havaalanında karşılamayı, kokularını içime çeke çeke öpmeyi,
Uyku uyuyabilmeyi, yatak ve yastıklarla savaş etmemeyi özledim.

Ben ağız dolusu gülmeyi, hayal kurabilmeyi , deniz kenarında yürümeyi, aile tatillerimizi, ben hayatı, ben mutlu olabilmeyi, ben veda edenlerimi, ben eski resimlerde kalan mutlu aile tablolarını, ben  kıymetini bilemediğim geçmiş güzel günlerimizi ,ben bizi ÖZLEDİM..,

23 Temmuz 2015 Perşembe

İNSAN OLMAK NEDİR ?


İnsan olmak nedir?

İnsan, güzel bir amaç için bir araya toplanmış gençlerin ölüm fermanını veren midir?

İnsan, bir bardaki tartışmada ortalığı kan gölüne çeviren midir?

İnsan, devlete hizmet başlığı altında provakasyonlar düzenleyip, insanları birbirine kırdıran mıdır?

İnsan, işkenceyle hayat bitirenler midir?

İnsan, ayrılmak isteyen yada ayrılmış karısını öldüren midir?  

İnsan, doğurduğu çocuğu sokağa atan mıdır?

İnsan, arabayla çarpıp, ölümüne neden olduğunu bırakıp kaçan mıdır?

İnsan, aracına binen yolcuya tecavüz edip öldüren midir?

İnsan; kızına, kardeşine, yeğenine tecavüz eden midir?

İnsan, namus temizlemenin cinayet olduğunu sanan mıdır?

İnsan, ihale kazanacağım diye rakibini vurduran mıdır?

İnsan, koltuk ve güç sevdasına savaş emri verip, milletleri ölüme sürükleyen midir?

İnsan, karakola düşmüş suçluyu ,yargılanmadan döverek öldüren midir?

İnsan, para kazanma uğruna, gençleri, çocukları uyuşturucu batağına sokan mıdır?

İnsan, vatanından başka bir ülkeye kaçmak isteyen insanları konserve kutusu taşır gibi taşıyıp telef eden midir?

İnsan, kanser ilacının sahtesini yapan mıdır?

İnsan, parası yok diye acil hastayı hastanesine almayan mıdır?

İnsan, kanserli hastayı köpek vergisi yüzünden kelepçeleyen midir?

İnsan, yeşil alanları koruyacağız diyenlere mermi, bomba atılması emrini veren midir?

İnsan, küçücük çocukları kaçırıp, sakatlayıp dilendiren midir?

İnsan, fakir insanların organlarını satmak için çalan mıdır?

İnsan, para için küçücük kızını babası yaşında adama satan mıdır?

Bu liste öyle uzar ki?

2013 yılı verilerine göre dünya nüfusu 7.125.000.000 kişiymiş.

 Bunun insan olanı % kaçtır acaba?

19 Temmuz 2015 Pazar

GEÇ KALMAK..


Dün Mine hanımla bayramlaşmak için Tekirdağ'a gittik. Hem de onun en sevdiği şekilde, kalabalık.. İki araba, sıcakta tıklım tıkışık.

Ancak bu sefer öyle kapılarda çoşkuyla filan karşılanmadık. Hatta o çok sevdiği Fiko'sunun sakat ayakla gelmesi bile yetmedi. Yerinden kıpırdayan olmadı. O koca göbeğini hoplatarak koşup gelmedi. O, içine sokarcasına sarılıp, koklamadı. Defalarca, defalarca öpmedi. Öyle çığlık çığlığa " Kurban olurum size, evimi , ocağımı şenlendirdiniz de " demedi. Sofra filan da yoktu. Mis gibi dantellerin kokusu da.
 
Bir derin sessizlik vardı. O sessizliğin içinden Mine'nin bana haklı sitemini duydu kalbim.

Mine diyordu ki " Ah benim güzel kardeşim. Yıllarla sofra hazırladım bayramlarda. Gelirsiniz diye. Her tarafı çiçek gibi yaptım. Gecelerle yemekler yaptım. Herkesin sevdiğini ayrı ayrı. Patlıcanların yağını süze süze kızarttım. Yemek özürlü kardeşime dokunmasın diye. Kaç çeşit börek, kaç çeşit tatlı koydum sofraya. Dolmalarınız için yaprakları tek tek elimle topladım. Ama ben sadece bekledim. Sen öyle az geldin ki. Bayramları deniz tatili bildiniz. Mine'ydi hep gelen. Mine, gidilen olmadı. Biliyorum beni ne çok sevdiğini ama gelmen de gerekirdi be kuzum. Üzülme ama, geç kaldın"

Öyle haklıydı ki.. Ben yeterince gidemedim. Abla özlendiğinde, ablaya ihtiyaç duyulduğunda tak abla koşar gelirdi. Abla kapris yapmaz, abla gurur yapmaz, abla sadece severdi. Hep meşgul, hep bir yerlere, birilerine koşan kardeş de " O beni seviyor, sevdiğimi biliyor, beni anlıyor" mazeretininin arkasında yaşar giderdi. Hem onun için Mine sonsuza kadar onunlaydı.

Ablamdan, o derin sessizlikten gelen siteme karşı başımı önüme eğdim. Yine sessizce özür diledim, geç kalmışlığımı, ihmallerimi gözümden akanlarla yıkamaya çalıştım.

Birini, hele ki sevdiğinizi yitirdiğinizde onun için yaptığınız bir dolu şey gelmiyor aklınıza. Sadece eksikleriniz düşüyor önünüze. Acınız katlansın diye. Anladım ki insanın ne kalbi ne de beyni dost.

Kaldı ki hiçbir zaman kötü kardeş olmadım. Umursamayan, kendi hayatını yaşayan da. Mine, her zaman hayatımın merkezindeydi benim sevgi kaynağı, pamuk, çocuksu ablam. Ben sadece nazımı bir tek ona yükledim. O beni nasıl olsa bekler dedim.. Hayat bekletmedi..

Dün onun mezarı başında öyle utandım, öyle ufaldım, öyle kızdım ki yeniden kendime...
Ona sadece " Mine'm, çok özür dilerim . Sana ben gelemedim. Kızımı, Ann'i yolladım sana. Ann,  oraya aylarca yemek yiyemeden geldi. Benim yerime onu besle, ona bak " dedim.
Bütün acımla, hasretim ve pişmanlıklarımla o yumuk ellerinden öptüm, bayramlaştım. Biliyorum ki Mine yine beni sevgiyle uğurladı.

Sevdiklerinize geç kalmamanız dileği ile...

 Vedam...
 


















Ann ve ve Ozzie ile..20.08.1998

15 Temmuz 2015 Çarşamba

BİR BABALAR GÜNÜN DE...

 Hayatımın filminde başrolü dört erkek paylaştı ve ben bu dört partnerime de aşık oldum..

 

Birincisi hayatıma girmedi. Daha doğrusu ben onun hayatına daldım.

Bir yıl önce tek oğlunu kundakda kaybeden üç kız annesi olan annem, bir kız çocuğuna daha sevinememişti. . Bunun için bana "Bu da bir çiçek ama yaban gülü " anlamında Nesrin adını koyan, babam Nusret Siirt'ti. Geceleri usulca odasına girip " yarın işe gidecek, akşama kadar göremeyeceğim" diye seyrettiğim uzun boylu, 50 li yılların Hollywood aktörlerine benzeyen, iyi giyinen, güzel konuşan, iyi yaşamayı seven hoş, karizmatik adam; hoş olduğunun da etrafında ki pervanelerin de farkındaydı. Ona iki kız çocuğu daha veren pervanelerinden birine gittiğinde 17 yaşındaydım. Giderken iyi yaşam koşullarımı, güven duygumu,17 yaşın coşkusunu da beraberinde götürmüştü.
Yıllar sonra fakültenin farmakognozi laboratuvarının kapısında karşılaştığımızda , kafamda yazdığım tüm senaryolar uçtu..Sadece sarıldım ve baba kokusunu içime çektim. Hayat daha o yaşta öfkelere kurban edilecek sevgiler için çok zaman olmadığını öğretmişti. O bana baktı ve " Çok zayıflamışsın, çocuğum  ne yaptım sana ben" dedi. Neyse ki sadece bedenimi gördü. İçimdeki yaraları görseydi çok daha fazla utanırdı.  Dönmüştü ya gerisi hikayeydi.

Birkaç ay sonra yeniden gittiğinde dağılan parçalarımı toparlamam ne çok zaman aldı. Eminim ki hala da bir iki parçam bir yerlerde savruluyor...

Gittiğinden 5 yıl sonra karşısına dikilip hesap sormaya karar verdiğimde çok geç kaldığımı öğrendim. Bir trafik kazasında öleli on ay olmuştu...

 

İkinci erkeği elimde tutmayı başardım. Bu sefer senariste rica ettim rolünü uzun yazdı . Umarım yaşamın içindeki rolü de benimkinden uzun olur. Fikret Ercan'dan söz ediyorum, kocamdan.

İyi bir flört sayılmazdı. Azıcık kasıntı, randevuları unutur, sinema kapısında bekletir. Biraz da umursamaz gibiydi. Nikahta evet yanıtını vermek için çok düşündüm. Nasıl bir hayata evet diyecektim.

Boş ver..Aşıktım ben aşık.. Yaşar görürdüm. Öğrenmiştim nasıl olsa küçük anlarda mutluluk ve ardından bedel ödeme. Öderdım.

Ödemedim.. O hiç de el açılıp niyaz edilmeyecek flört ve nişanlıdan muhteşem bir koca, yol arkadaşı çıktı. Yalnız o kadar mı.. Olağan üstü, önünde saygıyla eğilecek bir baba- dede .. Özgür'le onu izlerken içimden " Keşke sen babam olsaymışsın Fiko, koca nasıl olsa bulunur " dediğimi hatırlarım.

Yok yok koca da bulunmazmış. Böyle sakin bir liman nerden bulunurmuş ki.. O , Özgür'ün kalesi, benim limanım oldu.. Oğluyla yeniden büyüdü.. İçindeki sevimli çocuğu koruyarak... Benim büyümeyen oğlum gibi..
Ann, bir gün söylemişti, sen baba olmaya dair destan yazıyorsun diye. Aslında daha çok baba konçertosunun solisti.. Gördüğüm en arkadaş, en kahraman, en emeğini, imkanlarını gözü kapalı veren baba..



Üçüncüsü hayatıma bir nisan ayında giriverdi. Aman Allah'ım bu nasıl bir aşktı. Öbürlerine hiç benzemedi. Kulu kölesi etti.. Oğlum Özgür Ercan..

O da annesi gibi çok genç yaşta aşık oldu, annesi gibi aşkından vazgeçmedi. Henüz yeni evliydi, 98 yılında Elele dergisinin babalar günü için hazırladığı yazı dizisinde "Babamın mesleğini yapmak istiyorum" dedi. " Babam gibi baba olmak istediğim meslek"

Baba oldu yıllar sonra. Ann, kariyerine devam etsin diye iki yıl evden çalışarak Zeytin'i büyüttü.. Sonra da Ronan...

Bir gün altı harflik kanser sözcüğü hayatını darmadağın etti. Üç yıl süren savaşta, şahane koca ve sevgili, harika babalığı hiç bırakmadı. Eylül sonunda o güzel gözlü muhteşem aşkı bir kelebek olup uçtuğunda elinde babalık kaldı. Yanına eklenmiş annelikle.. Zor zamanlarda.. Babalık ve acı çeken adam arasında.. Biliyorum ki cocukları onun acılarına ilaç olacak. Çünkü tıpkı babasının ona taptığı gibi o da çocuklarına tapıyor. Çocuklar, onun küçük filleri ve o filleri Ann'e söz verdiği gibi salimen suya ulaştıracak..



Son erkeğim, Ronan Ozan Ercan..

Özgür'ü bana yeniden yaşatan, sıcak, sevgi dolu şahane bir adam... Baba olduğunu tabi ki göremeyeceğim. Aman o kadar uzun yaşam istemem. Zaten yaşıyor olmaktan da mutluluk duyduğumu kimse söyleyemez. Yaşamak ,sırtımdaki ağır yüküm . Her neyse ben görmeyeceğim ama bu güzel kara , ablası gibi zeytin tanesi gözlerin sahibi dede ve babasından aldığı genler ,duygular ve yol haritalarıyla çok iyi bir baba olacağından hiç kuşkum yok...

Yarın babalar günü. Hayatımdaki babalara ve baba olacağa şöyle bir dokunmak istedim.

- Nusret Siirt.. Artık öfkem yok. Artık kırgın da değilim. Hatta teşekkür ederim, bana nasıl bir ebeveyn olmamam konusunda örnek olduğun için.Yine de bazı öğretilerin rehberim oldu. Huzur icinde uyu güzel adam. Keşke çok daha fazla babam olsaydın. Seninle güzeldi herşey. Seni çok sevdim.
- Fikret Ercan.. Teşekkür ederim, sunduğun liman, elimi bırakmayan elin, göstermeyi çok sevmesen de o duygusal, sıcacık yüreğin ve oğluma verdiğin sonsuz sevgiler icin. Sensiz olmazmışım. .Seni seviyorum.

- Özgür Ercan... Bir kadını sevişine, babalığına, sadakatine, vefasına, acı çekmeyi bilişine acısından ürettiklerine hayran olduğum adam.. Gurur duydum seninle. Çünkü adam gibi adamsın. Sevmeyi, savası, acıyı iyi bilensin... Dilerim bir gün hayata gerçekten gülümser, merhaba dersin...Ne çok sevildiğini biliyorsun..

- Ronan Ozan Ercan . Sen aşkın ta kendisisin. Sen de ötekilerin hepsi var.. Tanrım sana adil ve cömert bir yaşam sunsun şahane küçük adam..

BABALARIN DEĞİL, BABA OLMAYİ BİLENLERİN GÜNÜ KUTLU OLSUN...