9 Temmuz 2015 Perşembe
CARPE DİEM...
Carpe Diem...Anı yaşa, gününü gün et anlamında söylemiş Horatius bir dizesinde..Ben de yaşadığınız anların kıymetini bilin diyorum. Şu sıralar yaşadıklarınız, sizin için çok da yaşamaya değer görünmeyebilir. Siz yine de bu anı boşa harcamayın.. İnanın sözlüklerde ömür, hayat veya yaşam diye tanımlanan o bilinmeyen gayya kuyusu, önünüze öyle tablolar bırakır ki; şu beğenmediğiniz ve belki de sorunlu, sıkıcı bulduğunuz dönem , özlemle anacağınız bir süreç olabilir..
Bu yazıyı yazmak için klavyenin başına geçtiğimde ekrandaki tarihe gözüm ilişti. 9 Temmuz...
Geçen yıl, bu tarihte ,bu saatlerde eşimle Atatürk Havalimanı'nda Amerika'ya uçuyorduk. Boarding zamanını beklerken diğer Amerika uçuşlarımı, uçuşlarımızı düşündüm.
Özzie'yi üniversite de okuduğu yılların ziyaretlerini, tatil için gidişleri, düğün, Zeytin'in doğumu, doğum günleri, Ronan'in doğumu, Christmas Time keyifleri için uçuşlar.....Onlar, yaşam kuşağımdaki mutluluk düğümleriydi.. Hatta Zeytin'in yedi aylıkken ameliyat olarak kurtulduğu ve Mika- Der'in doğuşuna neden olan böbrek sorunu korkusuyla yaptığımız yolculuk. O bile... Çünkü Zeytin bu konuda bir numara olan Harward'lı hocanın ellerindeydi ve o bize, yapacağı bir operasyonla bebeğimizin sorunsuz yaşayacağını söylemişti. Yani çare vardı..
Ann!e ilk over kanseri teşhisi konulduğunda, başımıza yıkılan dünyanın enkazı altında uçuşumuzu düşündüm.. Şaşkınlık, ilk vurulma anının şoku, niye bize, niye şimdi, niye, niye sorularına rağmen umut vardı. onunla yollarımızı ayırmamıştık. Şimdi en çok sarılacağımızdı.. Dünyanın altını üstüne getirir, her şeyi yapar, çarelerini arar bulur, en iyi tedavilerle kazanan biz olurduk.. Vermezdik ki onu... Yenilgiye değil , savaşa gidiyorduk. Hani iyiler kazanırdı ya , biz de kazanmaya gidiyorduk..
Hastalık altı ay sonra tekrarlandığında da aynı yürek vardı.. Minik bir tekrar.. Ölçümlenemeyecek kadar küçük olduğu söylenen tümöre mi boyun eğecektik. Hadi ordan... Haddini bilecekti.. Ondan sonraki iki seferde de kanser yine hayatımızda, bizi küçük bir fare sinsiliği ile oynatmaya, umutla umutsuzluk arasında roller coaster de gibi dolandırmaya devam ediyordu.. Olsun.. Zordu, yorucuydu, zaman zaman tükenir gibiydik amma, her gün yeni ilaçlar çıkıyordu. Dana Farber'da koca bir ekip, Ann için dünyadaki tüm gelişmeleri takip ediyordu. Biz de.. İyiler kazanırdı, biz de kötü değildik ki. Korkmaya gerek yoktu. Savaşlar bir seferde kazanılmazdı. .Henüz yol da, çare de bitmemişti..
İşte geçen yıl bu saatlerde Atatürk hava Limanı'nda boarding zamanını beklerken fark ettim ki bu sefer yenilgiye uçuyorduk. Savaşın bittiğini ilan etmişti o çok güvendiğimiz doktorlar ordusu.. Çareler tükenmişti. Yani GAME OVER ..
Gerisi sadece acı....
Anlatmaya çalıştığım, çarenin, en ufacık bile çözüm şansının , umudun olduğu anlarda bunun tadını almaya çalışın. En sevdiğiniz lezzet olmasa da zehir acısından iyi olduğunu düşünün.. Carpe Diem.. Anı yakala, anı yaşa, yaşadığın anın keyfine var... Daha kötüsünün, daha da kötüsünün bir yerlerde seni bekliyor olma ihtimalini yok sayma. Bana olmaz deme, oluyor..Evet, bal gibi de oluyor..
Çünkü sen, o yaşam denen tiyatro sahnesinin gelip geçici oyuncularında bir tanesinin. Sana ne rol yazıldığını da bilemezsin, rolünün içeriğine de müdahale edemezsin. Ne zaman biteceğini, partnerlerinle birlikteliğinin ne kadar süreceğini, diğer oyuncularla karşılıklı kaç sahnen olduğunu , onların ne zaman senden alınacağını , rollerine nasıl son verileceğini de bilme şansın yok. Şansın, oynadığın sahneleri gerçekten yaşayarak, damla damla içerek, içindeki en ufak lezzet kırıntısını damağına iz bıraksın diye yayarak oynamak .. Just it..
Yaşam Kuşağımdaki düğümler demiştim... Çok sevdiğim bir hikaye vardır..
Bir gazeteci Karadeniz köylerinden birinde çevreyi gezerken yol, onu bir mezarlığa getirir..Mezar taşlarındaki ibareler dikkatini çeker. " Beş yıl yaşadı, sekiz yıl yaşadı, üç yıl yaşadı, altı yıl yaşadı" gibi. Merak eder , geri dönüp köyün muhtarını bulur. Ve sorar.
" Nedir bu erken ölümlerin sebebi. salgın mı, genetik bir sorun mu?". Muhtar , gülümser ve " Yok beyim işin aslı şu" der. " Bizde bir çocuk doğduğunda beline bir kuşak bağlarız ve mutlu olduğunda o kuşağa bir düğüm atmasını öğretiriz. Kişi öldüğünde, kuşağı çıkarır, üzerindeki düğümleri sayarız. düğümlerinin sayısı kadar yaşamıştır"
Düğümleriniz sayılamayacak kadar çok olsun.. Yaşamayı, yaşadığınız anı fark etmeyi unutmayın..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Carpe Diem , inşallah allah hepimize fırsat versede hepimiz yaşayabilsek. Yaşatabilsek.
YanıtlaSilSevgili Berkay Durmaz, hoşgeldiniz
YanıtlaSilNesrin yengecim tebrikler.Bir yazar şöyle demişti:Hayat hepimizi vurur.Biz ruhumuzu onarırken farkında olmadan hayata hizmet ederiz,böylece hayat onarım sırasında açığa çıkan enerjiyi kendi ikamesi için bedavaya kullanır.Acı ne kadar yok edici görünsede aslında en temel var edicidir.Çünkü orada insan psikolojik kaya katmanına ulaşır ve orada kendini yeniden inşa eder.Yazılarınızın otobiyografiyi öykülendirerek sunumu gerçekten çok hoş.Başarılar sevgili yengecim.
YanıtlaSilSevgili Kenan, merhaba.. Güzel yorumun için teşekkür ederim. Evet, hayat hepimizi vurur. Darbenin şiddeti, yarattığı hasar çok acımasız olduğunda ve de peş peşe soluk aldırmadan geldiğinde onarım çok uzun bir süreç. Ve yeni sancılara gebe... Ancak öldürmeyen dert, bizi güçlendirir masalıyla yine de yola devam diyoruz.. Sevgiler canım..
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
Silİnsan için mücadele etmek dışsal bir yasa değil, içsel bir organ gibi sanki sevgili yengecim.Yazmak , konuşmak yoluyla insan olanların arasına gittiğimizde bildiğiniz gibi içten içe bir bütünleşme oluveriyor hemencecik. O ortak duyguya ulaşınca ağır darbeler bile her şey insanın üzerinden dökülüp gidiveriyor.Ilık bir pansuman gibi. İçten içe dokunuşları eksiltmemek dileğiyle sevgili yengecim.
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil